Uzun zamandır beslediğim umutların sonucunda hızlı bir şekilde (başvurdum, arandım ve kabul edildim) özel bir anaokulunun İngilizce öğretmeni oldum. Üç ve dört yaşındaki miniklerle İngilizce konuşup birbirimizi anlayabilmek ve dünyaya onların gözünden bakabilmek ne büyük bir mutluluk.
Sema Sarı
ve 8
kişi daha bu iyiliğe sarıldı.
Buna bir iyilik mi denir ya da herhangi bir insanoğlunun yapması gereken görev midir bilmiyorum ama aklımdan çıkmadığı kesin. Aşağıdaki yazı biraz uzun, okumayacak ya da okumak istemeyeceksiniz. Sadece farkındalık olsun, ileriki günlerde hayata daha farklı bakmamızı istedim. Okuduğunuz için şimdiden teşekkür ederim.
---
"adı:yasin
Cumartesi gününden beri yazmaya çalışıyorum senin için. Aklımdan çıkmıyorsun, o ana dair hiçbir şey hatırlamak istemiyorum. Sadece nasıl olduğunu merak etmek istiyorum. Günlerdir merak ediyorum, yaşıyor musun ya da cennette misin diye. Dün gece hastaneyi aramayı düşündüm, korktum. Kötü haberi alacağımdan korktum seni hayata getiremedim diye. Korktum hayata geri dönersin de oh hayattaymış deyip seni unuturum diye.
Cumartesi gününden beri içim buruk Yasin. Aklımdan çıkmıyorsun. O sıcacık bedenin, incecik bileğin gitmiyor aklımdan. Her saniye mahvoluyorum çocuk. Şimdiye kadar kimseye üzüntümü, gözyaşlarımı anlatamadım. Beni uzaktan bir tek babam dinledi, bir de eski bir arkadaşım. Şu an ağladığım için özür dilerim ama ben artık ben değilmişim gibi hissediyorum çocuk.
"Allah benim belamı versin! Ben nasıl bir anneyim? Yalvarırım götürün çocuğumu. Kalk Yasin, ayağa kalk! Allah benim belamı versin!"
Duydun mu acaba annenin bu sözlerini? Benim kulaklarımdan gitmiyor Yasin. Bir şeyler içmeden uyuyamıyorum, geceleri uyanıyorum. Mahvettin beni Yasin. Hayata döndürdün, gözlerimi açtın ama beni mahvettin çocuk. Sınavdan aldığım iyi nota sevinemedim bir tanem. Evet, tutamıyorum, ağlıyorum ablacım, mazur gör.
Ablacım yaşıyor musun? Sesini duydular mı acaba? O kadar çok isterim ki karşıma çıkmanı. Annene o kadar sarılmayı isterdim ki.
Karşıdan karşıya geçiyordum. Bir minibüsün korna sesiyle afalladım, önünde giden otobüse sesleniyordu sanki. Otobüs durdu. Ben yürümeye devam ettikçe sana yaklaştığımı bilemedim. Yerde bir şey yatıyordu, sen olduğunu anlayamadım ilk başta. Yakınlaşınca ömrümden ömür gitti. Annenin, ablanın çığlıklarını duydum Yasin, bedenimden ruh gitti. Annenin elinden minik kardeşini aldım, pusetteydi. Kucağımda kardeşin, bir annene bakıyordum, bir de sana. Ablana verdim kardeşini. Annene baktım, elini tuttum.
"Yaşayacak oğlun, sana söz veriyorum!"
O kadar emindim ki bunu söylerken, yine olsa yine seni hayata çağırırım. Yasin, o çığlıklar hayatımda duyduğum en başka çığlıklardı. Seni isteyen çığlıklardı. Gözlerine baktım annenin, yaşayacak oğlun, sakin ol, diyebildim. Ama emindim, adımdan emin olduğum gibi, babama hep ağladığım kadar. Arkamı döndüm, buz gibi soğuk ellerimle bileğini tuttum. Niye gizledin nabzını? Niye hissedemedim ben, ah benim lanet yüreğim!
Seni hastaneye götürdüler, göremedim bir daha minik yüzünü. Şu an görebildiğim tek şey, evin penceresinden bakıp, yolun kenarında bedenini yere vurduğun sokak. Seni aramaya korkuyorum, unutmak da istemiyorum, o kötü haberi almak da.
Sesimi duyabiliyor musun Yasin? Yanımda mısın? Çok özlüyorum seni kardeşim, yaşamanı çok istiyorum miniğim. Cümlelerim berbat, içim… Artık içimi bilmiyorum. Sadece tek isteğim, yaşama belirtin.
Beni duy Yasin. Ne olur beni duy.
( 5-6, belki de 7 yaşlarındaki Yasin, geçtiğimiz Cumartesi günü, yani 14 Kasım’da 19:20 sıralarında, Tuzla Aydınlı TOKİ bölgesinde bir otobüsün ona çarpmasıyla yere düştü. O minicik, beyazdan da güzel yüzü tanınmayacak haldeydi. Yaşadığını ya da yaşamadığını bilmiyorum. Ama hayatım boyunca görebileceğim en keskin, en acı, en yürek burkan, gözümün önünden gitmeyen en umut dolu anımdı. Yaşaması için içimde büyüttüğüm umut, yaşımdan bin kat daha fazla.
Minik Yasin’e ithafen…) "---
Taner Küçük
ve 3
kişi daha bu iyiliğe sarıldı.
Öğrenciyim ben. Yarın kiramı ödemem gerekiyor ve çok az param kaldı.Hikayem şöyle: Az önce yemek sepeti aracılığıyla bir pizza restaurantından küçük pizza siparişi verdim. Bir çalışan pizzayı getirdi. Siparişi alıp gerekli ücreti verdim. Çalışan gözümün içine baktı ve iyi akşamlar dedi. Adam gittikten sonra o kadar üzüldüm ki, yemek sepeti canlı hattından özürümü ilettim. Üzüldüğüm nokta ise adama bahşiş bırakamamış olmamdı. Kim bilir belki çocuğu vardı ve onun okul parası için çalışıyordu. Her şeyden öte bu soğukta bana o küçük pizzayı getirmişti. Pizza şirketi için sorun teşkil etmediği söylense de bu anı unutabileceğimi sanmıyorum.
Ersin Önel
ve 7
kişi daha bu iyiliğe sarıldı.
İlk defa küçük birine, küçük minik ve güzeller güzeli kuzenim Işık'a masal okudum uyumadan önce. Hatta özellikle benim okumamı istedi. O kadar masumdu ki, hiçbir tanımlaması yok o masumluğun, bir de hiç utanmadan minik burnuyla dünyayı kokluyordu.
Orkun Aşa
ve 6
kişi daha bu iyiliğe sarıldı.
Yaratıcı Fikirler Enstitüsü'nün 140 Journos ekibine katılarak insanların doğru kaynaklardan doğru bilgilerle haber edinme özgürlüğüne katkıda bulunmam, hayatım boyunca yaptığım ve en önemli işlerden :)
Nur Çakır
ve 9
kişi daha bu iyiliğe sarıldı.