Şehirde bebelerini beslemenin zorluklarını ve şehir hayatını deneyimledikten sonra dağlarıma döndüm. Kaz Dağları’ndaki küçük arazimizde elektriğimizi kendimizin ürettiği, gıdalarımıza can veren toprağımızı yine kendi arazimizdeki doğal uygulamalarla beslediğimiz bir yaşam sürmeye başlamıştık Alper ile. Ürettiklerimizi eşimizle dostumuzla paylaşmaya başladık. Ürettikçe ürettiklerimiz eşimizin dostumuzun sofrasından, onların da dostlarının sofralarına ulaşmaya başladı. Biz ürettikçe dağ veriyor, dağ verdikçe biz üretiyorduk. Bizim oralarda “İnsanın rızkı kazandığı para değil boğazına girendir.” derler. Boğazımıza gireni soframıza düşeni veren topraktı. Gün geçtikçe rızkımı veren toprağa daha fazla borçlandığımı hisseder oldum. Toprağın verdiğini toprağa nasıl daha fazla verebilirim, sorusu her zaman içimde canlı tuttuğum bir sorudur. Toprağımızı ve dağımızın ekosistemini beslemeye dönük ekolojik eğitimler aldık. Köy kökenli olduğumuzdan olsa gerek, civar köylerde yaşayan köylülerle de iyi anlaşıyorduk. Bir süre sonra “Acaba ilişkilerimiz nasıl birbirimizi güçlendiren işbirliklerine dönüşebilir?” sorusu canlandı içimizde. İletişim ve topluluk oluşturmaya dönük eğitimler aldık. Evveliyatımız çiftçi olduğu için toprakta üretimin yanında peynir yapmayı da biliyorduk. Arazimizdeki küçük taş atölyemizde peynir yapmaya da başlamıştık. Bu peynir merakı ve araştırması bizi komşumuz olan Yunanistan’daki mandıralara ve artizan peynircilerin atölyelerine kadar götürdü. Gün geçtikçe peynir tutkum artmaya başladı. Bu peynir tutkusu Kaz Dağları florasında otlayan keçilere ve bu keçileri dağlarda otlatan çoban kadınlarla kesiştirdi yolumuzu. Bölgemizdeki çoban kadınlarımız, birbirinden ayrı dağ köylerinde yaşıyorlar ve ciddi ekonomik zorluklar çekiyorlardı. Aynı zamanda keçilerin bilinçsiz otlatılması dağlarımıza ve dağlarımızın biyoçeşitliliğine de zarar veriyordu. Halbuki keçiler yardımıyla biyolojik çeşitliliği artırmak ve Eko sistemleri restore etmek mümkündü. İşin ilginç yanı bu kadınlar birbirlerinden bihaberdi. Halbuki sorunlar ve çözümler öyle bir ortak noktada buluşuyordu ki… Bu çoban kadınlar üretiyorlardı ancak kazanamıyorlardı. Süt almak için her gidişimde bu çoban kadınları daha uzun dinlemeye başlamıştım ve sıkıntılarını kalbimde hissediyordum. Zaman içinde bu kadınlarla aramızda derin bir bağ oluşmaya başladı. Yöremizdeki çoban kadınlarla bir araya gelerek, oturup birbirimizi duyduğumuz, aynı kazandan keşkekler yemeye başladığımız çemberler Soframda Ne Var'ın temelini oluşturuyor. Anadolu’da bir inanç vardır: “Kol kırılır, yen içinde kalır.” Bu çemberlerde çoban kadınlar, sorunlarının ne kadar ortak olduğunu gördüler. Birbirlerini duydukça onların da aralarında güven ilişkisi gelişmeye başlamıştı. Ortak sorunlara ve acılara sahip bu kadınların yaratıcılığına, üretkenliklerine ve işbirliğinden doğacak güce nasıl inandığımı onlara anlatmaya başladım. Bu sırada eşimle birlikte ürettiğimiz keçi peynirlerini en çok talep eden, şehirdeki yeni doğum yapmış ya da hamile olan annelerdi… Şehirdeki sağlıksız yaşam şartlarından dolayı, şimdilerde şehirdeki kadınların ya sütü az geliyor ya da hiç gelmiyordu. Bebeklerde inek sütüne karşı gösterilen alerji artmaya başlamıştı. Anne sütüne en yakın sütlerden biri keçi sütü olduğu için doktorlar da annelere ve anne adaylarına, %100 doğal keçi peyniri öneriyorladı. Şehirdeki bu kadınlara peynir dayandıramaz olmuştuk. O sırada bir soru daha geldi aklıma “Acaba şehirdeki annenin sağlıklı keçi peynirini ihtiyacını karşılarken; dağlarımızdaki çoban kadınların ekonomik açıdan güçlenmesini ve peynirlerimize lezzet veren dağımızın da ekosistemini güçlendirmesini sağlamak nasıl mümkün olabilir?” Bu soru ile bölgemizdeki çoban kadınları da yanımıza alarak “Soframda Ne Var?”ın keçi peynirlerini üretmeye başladık. Lezzetli ve eşi benzeri olmayan keçi peynirlerimizin sırrı, Kaz Dağları’nın tertemiz havasında yetişen otların filizleri ve dağ kekiği ile beslenen keçilerinde saklı. Bu sebeple “bilinçli otlatma ile ekosistem restorasyonu” üzerine eğitimler almaları için muhtarımızı harekete geçirdik. Arazimizdeki kompost uygulamaları ile toprağı beslerken; çoban kadınlarımız bizim ürettiğimiz domateslerin büyüklüğüne ve tatlarına inanamadılar. Onlarla da toprağı nasıl besleyebilecekleri ile ilgili bilgilerimizi paylaştık. Onlar da kendi arazilerinde topraklarını beslemeye başladılar. Onlara “atalık tohumlarımız ve bu tohumları koruma” üzerine bilgi paylaşımları yaptık. Birbirimizle tohum alışverişleri yapıyor, bu tohumları yetiştirip çoğaltıyor, birbirimizden öğreniyor, öğrendikçe keyifle çalışıyorduk. “Boşuna çalışıyorsunuz. Baş edemeyeceksiniz.” diyip bize gülen insanlar, çoban kadınlarımızın ekonomik açıdan güçlendiğini ve günden güne daha fazla peynir ürettiğimizi gördükçe yanımıza gelip neler yaptığımızı incelemeye başladılar. Bilgi paylaşımlarımız sadece yöremizdeki çoban kadınlar ile olmadı. Doğada olmak isteyip, doğaya yerleşince ne yapacağını bilmeyen şehirde doğmuş büyümüş gençler ile kesişti yollarımız. Tasarımcı, mimar bu gençler atölyemize gelip gönüldenimiz oldular. Onlarla da bilgilerimizi paylaştık ve atölyemizde bu gençlerle birlikte üretimlerimizi yaptık. “Şehrin ve kırsalın birbirini beslediği bir sistem yaratmak mümkün!” hayali ile Soframda Ne Var keçi peynirlerimizi üretmeye; şehirdeki ihtiyacı olan insanları, yöremizi ve toprağımızı beslemeye Edremit Kaz Dağları’ndaki küçük atölyemde devam ediyoruz.
Sitemizde sunulan özellikler ve işleyiş amaçlı olarak çerezler kullanıyoruz. Çerez politikamızı görüntülemek için buraya tıklayabilirsiniz.